8 Haziran 2009 Pazartesi
Başına çok ilginç şeyler gelmiş!
Ceyda'ya olan tepkiler artık değişti!
Başak Sayan, Yaprak Dökümü'nün ilk sezonunda kötü kadın imajı çizen Ceyda'ya olan tepkilerin artık değiştiğini söyledi.
"Bana ilk iki sezon hakikaten çok tepkiler geliyordu" diyen Başak Sayan, başına gelen enteresan şeylerden sonra, filmlerde kötü rollerde oynayan oyuncuların yaşadıklarını daha iyi anladığını belirtti.
Güneri Civaoğlu'nun Kanal D'deki programına konuk olan Başak Sayan, dizide Ceyda karakterinin çocuğunun olması ve kötü pozisyonlara düşmesi nedeniyle izleyicinin tepkisinin de değiştiğini ifade etti.
Sayan, "Acıma duygusu geldi. İnsanlar çok çabuk unuttukları için herşeyi, benim o bütün yaptıklarımı unuttular. Bir acıma durumu var yani şu anda bana" diye konuştu.
FERHUNDE'YE TEPKİ SÜRÜYOR
Dizide Ferhunde'yi oynayan Deniz Çakır'a ise o tepkinin hala devam ettiğini belirten Başak Sayan, "Bana yumuşadı. Ben rahatladım" dedi.
Her şeye sahip olmak heyecan verici değil
Dünyanın en çok kazanan kadın oyuncusu Julia Roberts, 15 milyon dolardan az bir ücret için yatağından bile çıkmıyor. Bir süredir ortalarda görünmeyen 41 yaşındaki güzel oyuncu, şu sıralar sadece üç çocuğuyla ilgileniyor. Yaklaşık 20 senedir Fransız medyasına röportaj vermeyen Roberts, Madame Figaro dergisine konuştu.
2004 yapımı “Closer” filminden beri sizi başrolde görmedik. Sinemayı özlediniz mi?
- Bu özlemi pek fazla hissetmedim, çünkü arada bir sürü filmde rol aldım. Canlandırdığım her karaktere de kapıldım bu arada.
Ortalıkta fazla görünmediğinizi söyleyebiliriz herhalde...
- Kendi kendime neden bu olayın bu kadar büyütülmesi gerektiğini irdelemeye çalışıyorum. Artık çocuklarım var ve çalışmıyorum! Bu durumdayken büyük rolleri geri çevirmeyi tercih ediyorum. Öyleyse ne var yani? Ama işin aslı böyle değil... Mesleğime karşı aynı yaklaşımımı sürdürüyorum. Bana enteresan gelen, yaratıcı projelerle ilgileniyorum, ne demek oluyorsa...
ÜZERİMDE BASKI HİSSETMİYORUM
Büyük ihtimalle dünyanın en meşhur aktrisisiniz. Bu taşınması zor bir yük değil mi?
- Ben hiç baskı hissetmiyorum. Çalışabildiğim için şanslı olduğumu biliyorum ama ne kadar meşhur olduğumla alakalı düşünceler açıkçası benden çok uzak... Eğer düşünce yapım buna elverseydi çok sıkıcı olmaya başlardım, öyle değil mi?
Peki yakaladıkları şöhrete kendini kaptıranlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Ben kendimi böyle görmek istemem. O yüzden beni ilgilendirmiyor. Kendimi bir konsept olarak algılamıyorum. Kendime hiçbir zaman ‘Julia Roberts’ olarak yaklaşmıyorum. Ben ‘Julia’yım. Tek ve aynı kişiyim. Sinemadaki kariyerimden sonra da aynı kişi olacağım. Hakkımda yazılanların hepsi bilgim dışında.
Etiketler:
haber,
Julia Roberts,
magazin,
sinema,
ünlüler
Kocamı koltuğa attım oğlumla yatıyorum
1,5 yıl önce işadamı Celal Kopuz’la evlenen Yıldız Kaplan, ikinci kez anne olmanın keyfini yaşıyor. İlk evliliğinden 21 yaşında bir kızı, ikinci evliliğinden de dokuz aylık bir oğlu olan Kaplan, “21 yıl sonra ikinci kez anne olmak, çok acayip bir duygu. 38 yaşındayım ve oğlumla büyük bir aşk yaşıyorum” diyor.
Eşiniz Celal Kopuz’la uzun zamandır birliktesiniz, kısa bir süre önce de evlendiniz. Bir de çocuğunuz oldu, Allah mesut etsin?
- Çok teşekkür ederim. Evet, Celal ile çok uzun zamandır birlikteyiz. Bu zaman içerisinde birbirimize sevgimiz, saygımız büyüdü. İlişkimiz zamanla yerine oturdu. Ve bu birlikteliği, evlilikle noktaladık.
İlişkiniz sırasında Celal Bey evli değil miydi?
- Celal hiç evlenmedi ki! İlk evliliği onun. Hiç evlenmemiş, hiç çocuğu olmamış. Ben kaptım mı, böylesini kaparım! Çok doğru bir insan Celal. Doğru insanı bulunca da ne yalan söyleyeyim, yapıştım ona. (Gülüyor) Eskiden, “İşim her şeyden önemli” derdim. Şimdi aynı şeyi söyleyemiyorum. Çünkü müthiş bir evliliğimiz var. Bozulmasına asla izin vermem.
Nasıl tanıştınız?
- Arkadaş ortamında? Yedi yıldır da birlikteyiz. Çok zor dönemler geçirdik tabii ki. Altı yıllık beraberliğimizde ayda iki kere falan ayrılıyorduk. Ya o eşyalarını toplayıp gidiyordu ya da ben. Ama bir türlü kopamadık. Kopamayışımızın en büyük sebebi de sevgidir. Ama kişilik çatışmalarımız çoktu. Ben burnunun dikine giden bir kadındım. O daha ağır başlı, oturaklı birisi. Zaman içerisinde Celal beni adam etti diyebilirim yani. (Gülüyor) Sonuç olarak birbirimize gittikçe bağlandık. Kopamadığımızı fark ettik. Sonrasında ayrılık aralıklarımız uzadı. Ayda iki kez ayrılırken, yılda iki kez ayrılmaya başladık. Bu ayrılık zamanları uzadı, uzadı ve evlendik işte... (Gülüyor) Evlendiğimiz günden itibaren de hiç kavga etmedik. Nikahta keramet varmış derler ya, gerçekten de öyleymiş. 1,5 yıldır her şey dört dörtlük. Allah nazardan korusun.
Ne işle uğraşıyor Celal Bey?
- Tekstil? Deri sanayisinde.
TÜRKİYE’YE METRES ROLÜNÜ SEVDİRDİM
Evlendikten sonra her şeyden elinizi, eteğiniz çektiniz? Evinizin kadını mı olmaya karar verdiniz, ne oldu?
- Ben zaten evimin kadınıyım ama öyle mesleğimden elimi eteğimi çekmedim. Hamileyken bir albüm yaptım mesela. Fakat evlilik, ardından bebeğimin dünyaya gelmesi, albümün önüne geçti. Üzerinde duramadık. Ben asla işimi bırakmam. Üstelik eşim de çalışmamı arzulayan birisi. Birkaç yapımcı, “Onun eşi çalıştırmaz, zaten çok zengin bir kocası var” diyormuş. Yok böyle bir şey. Celal, işime son derece saygılı. Benim klip çekimlerime gelir, montaja girer, stüdyoya gelir... O da benimle birlikte heyecanlanır, heyecanımı paylaşır. Benim uzun süredir çalışmamamın tek sebebi, bebeğimin daha çok ufak olması. Şimdi oğlum dokuz aylık oldu. Bu yazdan sonra projelerimi ufak ufak hayata geçireceğim. Erkeğin kurallarına göre yaşarsan eğer, bu yüzeysel bir ilişki olur. Bizim öyle bir ilişkimiz yok. Çok sağlam bir ilişkimiz, güvenimiz, saygımız var. Beni mutlu görmek, eşimi de mutlu ediyor. Ben nasıl mutlu olabilirim? Çalışarak...
Var mı peki herhangi bir proje?
- En son Abdullah Oğuz’un bir dizi projesinde yer aldım. Ama dört bölüm yayınlandı. Şimdi yeni bir proje yok. Teklif gelirse, değerlendireceğim tabii ki. Yoksa öyle “Evlendim, artık evimin kadınıyım” durumum yok yani.
Oynamayı kabul edeceğiniz roller değişti mi peki? Bir daha “Tatlı Kaçıklar” dizisindeki “seksi şempanze” gibi roller gelse, kabul eder misiniz?
- Tabii ki değişti. Değişmek zorunda. Bu çok normal? “Seksi şempanze” benim gurur duyduğum bir iştir. Çünkü o, Türkiye’de ilk defa metres rolünü sevdiren bir tiplemeydi. O yüzden gururumdur. Üstüme yapıştı diye hiç düşünmedim. Tabii ki her oyuncu rolünün hakkını vermeli. Oyuncuysan, sevişmelisin de, öpüşmelisin de. Senaryo gereği ne gerekirse yaparsın. Ama ben yapamam. (Gülüyor) O da hayatımda eksik olsun. Fakat oğlum, babası her zaman hayatımda olsun. Bu daha önemli. Ben şu an öyle bir hale geldim ki, onlar benim her şeyim. Ben şey oldum, onlar her? (Gülüyor) Her alanımı kapladılar. Bundan da çok mutluyum.
Sizin ilk evliliğinizden de bir kızınız var değil mi?
- Evet, 21 yaşında?
Maşallah. 21 yıl sonra yeniden anne oldunuz. Oğlunuz Akif, şu an dokuz aylık. Nasıl bir duygu bu?
- Çok acayip. Ben kızım Işıl’da hiçbir şey anlamadım. Çünkü doğum yaptığımda 17 yaşındaydım. 21 yıl aradan sonra yeniden doğum yapmak, anne olmak gerçekten çok enteresan bir duygu. Eğer 20’li yaşlarda olsaydım, inan arka arkaya üç tane doğururdum. Şu an bir tane daha doğurmak istiyorum. Bir kere oğlumun yalnız kalmasını istemiyorum çünkü, kızım çok büyük. Aralarında ciddi yaş farkı var. Oğlum tek başına büyümesin. Nasıl söyleyeyim, bu kez çok, çok değiştim Sema.
Nasıl bir değişim bu?
- Şimdi böyle konuşursam, kızım kıskanacak ama erkek sahibi olmak gerçekten müthiş bir duygu. Oğlum da bana hayran hayran bakıyor. Birbirimize aşığız. Neredeyse arka arkaya oğlan doğurmak istiyorum...
Doğurun o zaman?
- Gülmeyin ama öyle? 38 yaşında anne olmak, insanı böyle yapıyor galiba. (Gülüyor) Kendimi çok iyi, çok taze, müthiş enerjik hissediyorum. Ama bir o kadar da negatif düşünüyorum. Onu kaybetme korkusunu çok yoğun yaşıyorum. Doğurduktan sonra tuhaf oldum. Akif’i bir dakika bile yanımdan ayırmıyorum. Babayı zaten yataktan attık. Adam aylardır koltukta yatıyor. Akif resmen babanın yerini aldı.
Torun falan istemem
Kızınız 21 yaşında? Yakında anneanne olma ihtimaliniz falan var mı?
- Ay sus Sema! Şu an yakıştıramıyorum kendime anneanneliği falan. Düşünsene kızım evlenir, doğururmuş, biz çocuklarımızı birlikte büyütürmüşüz! Ay, ay! Düşünemiyorum bile. Şu an vallahi oğlumdan başka kimseyi sevemem. Torun falan istemem. Yazık, oğlum daha dokuz aylık.
Hürriyet
"Kur yeniden düşerse Türkiye'de üretim kalmaz"
Türkiye'de tekstil sektörü can çekişirken sürekli büyüyen Eroğlu Grubu'nun Yönetim Kurulu Üyesi Şahin Eroğlu, başarının sırrını borçla değil özsermayeye dayanarak yatırım yapmak olarak açıklıyor. Eroğlu, Türkiye'nin üretimi desteksiz bırakmasını ise eleştirerek, '5-6 yıldır süren politika bence hala sonuçlanmadı. Hükümetin hedefi Türkiye'yi yabancı sermaye cenneti yapmaktı. Ama kavganın olduğu, istikrarın sağlanamadığı ülkede üretim de yatırım da olmaz' dedi.
Colin's özellikle Rusya'da Levi's'tan bile daha çok bilinen bir denim markası. Aksaraylı Eroğlu Grubu'nun dünyaya açılan markası Colin's'in hikayesi 1980'li yıllarda başlıyor. 5 makinalı bir atölyeyle sektöre giren grubun tekstil yatırımları bugün 6 ülkede 114 tesisle yapılan üretimle sürüyor.
Eroğlu Grubu 5 erkek kardeşin güç birliği yaptığı başarılı ender aile şirketlerinden biri. Şahin Eroğlu ise grubun moda ve tasarım konularında uzmanlaşan yönetim kurulu üyesi. Türkiye'de tekstil sektörü yıllardır kan kaybederken her krizden yeni yatırımlarla çıkan grup bunu nasıl başarıyor? Eroğlu, sektörde yaşanan sorunun bilinçsiz yatırımlardan kaynaklandığını ve dünyada 2001'den sonra ortaya çıkan küreselleşmenin de erime sürecini hızlandırdığını söylüyor. Kendilerinin kazandıkları kadar yatırım yaparak borçlanmadan bugünlere geldiğini belirten Eroğlu, Türkiye'de son 6 yıldır uygulanan politikaların da sektörün sorununu artırdığını dile getiriyor. Bu politikaların üretimi desteksiz bıraktığını ifade eden Eroğlu, "Bence 2001'de başlayan politikalar sonuçlanmadı. Bu politikalarla üretimin yerine Hong Kong gibi bir cennet yaratılmak isteniyordu. Ama bunun için ekonomide istikrar ve kavga olmamalıydı" diyor.
Eroğlu Grubu Türkiye'nin kriz dönemlerinde büyüyen şirketlerinden biri. Türkiye global bir kriz yaşarken de yeni yatırımlarınızı açıkladınız. Hikayeniz nasıl başladı?
Ailemiz Aksaray'lı. Babam çiftçilik yaparken o yıllarda yurtdışına gitme furyası başlıyor. O da Almanya'ya gitmek üzere yola çıkıyor. Ancak bazı sorunlar nedeniyle Yugoslavya'dan dönmek zorunda kalıyor. Döndüğünde ise Aksaray'a dönmek yerine İstanbul'da kalıyor. Biz onu Almanya'da sanarken o İstanbul'da çalışmaya başlıyor. Biz beş erkek kardeşiz. Sonra tek tek bizi yanına alıyor. Ağabeyim Mithat Giyim'in kurucusu Mithat Amca'nın yanında çalışmaya başladığında tekstil gündeme geliyor. Daha sonra da atölye kurup iç piyasaya fason çalıştık. Ardından Mercan'da bir mağaza açtık 1985 yılında. Kulis markasıyla anorak üretimine başladık. 1986-87 de Küçükçekme'de 5-6 kişiden 200 kişiye kadar çıktık. Bu süreçte Avrupalı firmalarla tanıştık. Fabrika kurmaya karar verdik. 1992'de de oraya taşındık. 1994'ten itibaren de Rusya'ya adım attık. Rüzgar estiği müddetçe biz de hep büyüdük. 1997'de Colin's ile dağılan Sovyet Cumhuriyetleri'nde yaygınlaştık. 2001'de Çorlu'daki tesislerimizi açtık.
Türkiye'de tekstil ve hazırgiyim sektörünün tüm süreçlerinde varsınız. Sektör krizlerde kan kaybederken siz nasıl büyüdünüz?
En büyük farkımız öz sermaye ile yatırımlarımızı sürdürmek oldu. Paramız oldukça işimizi büyüttük. Kredilerle değil de öz sermaye ile büyümeye çalıştık. Kazandığımızı tamamen üretime yatırdık. Zaten 4-5 kardeşin birlikte çalışması en büyük sermaye. Üretim demek, çalışmak demek. Bir de iyi bir ekip kurduk. Hala ilk dönemlerdeki arkadaşlarımızla çalışıyoruz. Bilinçli adım atmak, kazandığımızı bildiğimiz alana yatırmak ana etken. Avrupalı firmalarla işbirliğimizin artması, onların mutfaklarına girmemiz de ufkumuzu açtı.
Hedefiniz neydi? O hedefe ulaşabildiniz mi?
Avrupa markalarına üretim yaparken bir gün bu tesislerimizi tamamen kendi markalarımıza üretim yapar hale getirmeyi hedeflemiştik. Hala tam yapamadık bunu. Tesislerimizin yüzde 50'si bize 50'si yabancı markala çalışıyor. 2001 krizini yaşadığımızda Türkiye'de herşey çek ve vadelerle dönüyordu. O tarihte başka bir karar aldık. Mutlaka kendi ürettiğimiz ürünümüzü mutlaka kendimiz satmalıyız dedik. Perakendecilikte güçlü olmalıyız dedik. 2001'den sonra bütün yapılanmamız perakendeciliğe yönelik oldu. Hem üretim hem organizasyon alanında. Bu süreç 6 yılımızı aldı. Bugün grubun bir üretim alanı var bir de perakende alanı var. Bu anlamda ulaştık. Bugün perakende alanında kendi markası ile en çok ihracat yapan firmalardan biriyiz. Satış noktası olarak da öndeyiz.
Tekstil ve hazır giyimde yaşanan sorunların nedenleri nelerdi?
Türkiye'de ihracat hamlesi başladığında yani 1980'lerden sonra pekçok yatırımcı bilinçsizce para var diye bu alana girdi. Bu işle hiç ilgisi olmayan yatırımcılar hem borçlanarak, hem de varını yoğunu satarak yatırım yaptılar. Ancak daha sonra kazandıklarını işe yatırmak yerine yatlar katlar aldılar. 1994 yılında yaşanan kriz bu firmaları vurdu. Daha sonra Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla yeni bir imkan doğdu. Bu dönem de bilinçsiz yatırımları körükledi. 1998'de Asya kriziyle bu pazarlar sarsıldı. Yine bu yatırımcılar zora girdi. 1999 depremi ardından da 2001 krizi yaşandı. Bu süreçte sektörde ciddi bir makina yatırımı yapılmıştı. Avrupalılar ellerindeki makinaları bize sattılar. Bu krizler bunları vurdu. 2001'den sonra da bu kez de küreselleşme süreci başladı.
Küreselleşmenin etkileri ne oldu, siz görebildiniz mi?
2001'den sonra uygulanan politikalarla düşük kur, güçlü TL dönemi başladı. Maliyetler hızla artarken üretim yavaş yavaş Türkiye'den uzaklaşmaya başladı. Bir zamanlar kota istediğimiz ABD'ye kotayı dolduramaz olduk. Makinalar sektörün elinde kaldı. Bu tarihten sonra uygulanan politikalar üretmeye değil tüketmeye yönelikti. Belki bu bilinçliydi. Bu süreçte de devam etmek isteyenler markalaşma sürecine başladı. Büyümek isteyenler de yol haritasını değiştirdi. 2001'den sonra da paranın maliyetinin düşmesi, kredilerin rahatlaması perakende sektörüne ivme kazandırdı. Alışveriş merkezleri furyası başladı. Ancak şimdi de bunun enflasyonu yaşanıyor. Türkiye'de yatırımcı uzun vadeli bakamıyor. Krizleri çabuk unutuyoruz.
Kriz yüzünden perakendecilerle markalar tartışmasında son durum ne?
Perakendecilikte firmaların ayakta kalması ve işi ileriye götürebilmesi için ekonominin istikrarın çok iyiye gitmesi lazım. 5-6 sene önce 4 tane alışveriş merkezi vardı. Bugün dip dipe yüzlerce. Artık kiracı olan da kiralayan da hesap kitap yapıyor. Kriz sürdükçe çekişme sürecek. Herkes kendine göre haklı. Kiracılar 5 yıl taahhüt vermiş, mal sahibi de büyük yatırımlar yapmış. Anlaşmak bu yüzden zordu.
Ancak mağazalarda çok boşalma olmadı.
Alışveriş merkezleri kurları sabitledi. Tabii krizi kullanan firmalar da oldu. Perakende de kriz yüzünden ciddi düşüşler de yaşanmadı. En azından biz de olmadı. Yüzde 16 büyüme sözkonusu. Borçlu değilseniz, gücünüz iyiyse kriz bile fırsata dönebilir.
Krizde sektöre verdiği zayiat büyük değil mi? İstihdamda ciddi azalmalar var...
Henüz krizin etkileri tam anlaşılamadı. Depremde nasıl gün doğana kadar durum anlaşılamamıştı, şimdi de böyle. Vahamet henüz ortaya çıkmadı. Üretim zaten yıllardır sıkıntılı olduğu için krizin özel bir katkısı yok. Ancak kriz uzadıkça zorlanan firmalar çıkacak. Tekstilde işten çıkarmalar yeni değil. 2005'ten beri sürüyor. Bizim üretimimizin yüzde 80'i Türkiye'dendi. Şimdi yüzde 70-80'i yurtdışında. Bu da demektir ki, birileri işsiz kalıyor. Genel olarak sektörde bu yüzde 50 bile olsa ciddi oran. Yurtdışına girmek zorunda kalıyoruz çünkü rakiplerimizin fiyat aralıklarına göre satın alma yapmak zorundayız. Zara, bayan gömleğini 29 TL'ye satıyorsa biz 69'a satamayız. Bunu nasıl 29'a yaptırabiliriz diye çantamızı alıp dünyayı geziyoruz. Türkiye'de maliyetler çok yükseldi. 2005'te dolar 1.65 iken asgari ücret 210 lira idi. Krizden önce 1.20 iken 500 lira oldu. Türkiye pazarda rekabet gücünü kaybetti.
Tekstil istihdam açısından en önemli sektör. Neden önlem alınamadı, sektör korunmadı?
Belki bu bir tercihti. Ben, hükümetin alternatifi vardı, kullandı diye düşünüyorum. Ancak bugün baktığımızda bunun doğru tercih olmadığı kesin. Yarın ne olacak bilemiyorum tabii ki.
Hükümetin alternatifi neydi?
Benim oradaki algılamam şuydu. Biz tekstille üretme değil de ülkeyi turizm cenneti yaparak, mesela pahalı bir tatil beldesi yaparak, buradan gelir elde etmeyi ve kalınmayı düşündük. Çünkü 100 bin dolarlık binamız bir anda 1 milyon dolar oldu. Oturduğumuz yerde zengin olduk mesela. 1000 dolarlık kira, 10 bin dolara çıktı.
İstihdam açısından bunun kimseye faydası yok ama?
Şahsi fikrim olarak üretmeyen bir toplumun uzun vadede kalıcı olması mümkün değil. Bir birey olarak bile ürettiğinizden çok tüketiyorsanız batarsınız. ABD'den başlayan krizin nedeni bu. ABD tüketiyor ve böyle büyük gözüküyor. Çünkü dünya ABD'ye çalışıyor. Patron ABD. Büyüklüğü tüketimden kaynaklanıyor. Tüketirken de borçlanarak tüketiyor. Bir yerde bu sistem çöker. Çöktü de zaten. Türkiye'de üretimin sürmesi kur politikalarına bağlı. Kur düşerse üretim yapan firma sayısı azalır. Bugün biz Türkiye'de üretim yapıyoruz ama karşımıza Pakistan'dan Hindistan'dan yüzde 50-60 düşük üretim yaparız diyen olursa düşünürüz. Kaynağımızı aktarmak işimize gelmez.
Bu sorunları hükümete anlatamadınız yıllardır. Neden anlatılamıyor.
Hükümet bize tek kelime söyledi. Şimdiye kadar çok kazandınız şimdi de zarar edin dedi. Bence bir ülkenin firmaları, markaları, kurumları bu ülkenindir. Maliyetini de, geleceğini de, getirisini de yönetenlerin yakından takip etmesi gerekir.
Hükümetin politikalarının henüz sonuca ulaşmadığını düşündüğünüzü söylediniz. Ne bekliyorsunuz?
Bu 5-6 yıllık politakanın sanki sonuçlanmadığını düşünüyorum. Eğer tekrar üretime geçeceksek anlamı yok. O zaman sorarlar, niye bazı şeyleri kaybettik diye. Memlekette üretim bu kadar desteksiz bırakıldığına göre başka bir hedef var. Türkiye'yi Dubai, Hong Kong, Singapur gibi cennet yapmak. Ama bu ülkelerde giriş çıkış yapan yabancı hakları sınırsız. İstediğiniz kadar ürün alır, internetten şirket kurarsanız. Biz de bunu yapacaksak ülkemizi ambalajlayıp imajını değiştirmemiz lazım. O zamanda terörün olmaması lazım. Huzur ortamının olması lazım. Devletin kurumlarının birbiriyle kavgası olmaması lazım. Dışarıya kendimizi iyi tanıtmamız yazım.
Sektörünüz açısından bundan sonrası için beklentileriniz ne? Üretime karar verilirse Anadolu'da üretim mümkün mü?
Bu artık dünyayla yakından ilgili. Aslında Türkiye üretir ama önce pazarın olması ve rekabet edebilir olman lazım. Biz rekabet gücümüzü kaybettik. Türkiye'de asgari ücret 500 TL. Bunu söyleyince sanki bu paraya göz dikmişiz gibi algılanıyor. Aksine artarsa bizim satışımız artar. Ancak artık dünya küreselleşti. ABD, Dünya Ticaret Örgütü karar alıyor. Bugüne kadar kadar aslında tamamen az gelişmiş ülkelerden bedavaya yaşamak vardı. Bundan sonra nasıl olacak bilmiyorum. Tekstil sektörümüz dünyadaki trendleri geriden izleyen bir sektör oldu. Türkiye çok önceden markalaşmalıydı. Üretimin artık şöyle bir tehlikesi var. Yurtdışında üretim yaptırdığımız ülkeler 30-100 dolar arasında parayla geçiniyor. Bizim onlar gibi olmamız artık zor. Yarışamayız.
Markalaşmada geç mi kaldık diyorsunuz?
İtalya bizim yaşadığımız süreçleri yaşadı. Şimdi marka satıyor. Şimdi biz de buna aday olmalıyız. Ama terördü, yönetenlerin kavgalarıydı bunlardan kurtulup bazı öncü firmaların önünü açarak katma değer yaratacak ortamlar yaratmalıyız. Ülke imajını değiştirmeliyiz. Biraz geciktik ama önümüzdeki yıllarda katma değeri yüksek ürünler üretmeye başlayacağız. Zaten Türkiye'de şu an ayakta kalanlar bu işi ciddi yapan firmalar. Bu değişimi göremeyenler elendi. Ayrıca üretim için önünüzü görmeniz lazım.
Tekstil stratejik sektör olamaz mı?
Bundan sonra kısa termin önemli. 3-5 yıl daha siparişlerimiz artabilir. Bu sene bunu hissedemeyebiliriz. ama 2010 yazı için 5 yıldaki talepten daha fazla olacağını düşünüyorum.
ARTIK BİZ DE KABIMIZA SIĞMIYORUZ
Colin's olarak Zara modelini örnek aldınız. Türkiye'den yeni Zaralar çıkar mı?
Tabii ki çıkar. Türkiye'de bu işle ilgili işadamları ışık veriyor. Artık biz de kabımıza sığmıyoruz. Geç kalınmış proje. Keşke 10 sene önce olsaydı. Artık işadamlarının hükümetten beklentisi yok. Sadece Türkiye'de yaşarız bakışı da yok. Ancak çalışanlar da başka ülkeleri de memleket edinir olmalı. Küreselleşmek gerekiyor. Türkiye'de bu kolay değil. Türkiye'den Avrupa'ya gidenler hep geri gelmeyi hedeflemiştir oraya karışmamıştır. Ne oralı olabilmiştir, ne buralı. Bizler gittiğimiz yerde tutunabilir olmalıyız. Dünya vatandaşı olmamız lazım.
COLİN'S'İN BAŞARI KARNESİ
* 6 ülkede 114 tesiste üretim yapıyor. Üretim adeti 16 milyon.
* Toplam çalışan sayısı 7 bin. Toplam ciro 550 milyon dolar.
* 30 ülkede 900'e yakın mağazası var, 2 bin noktaya ulaşıyor.
* 2009'da Moldova, Azerbaycan ve Rusya'da yeni mağazalar açtı.
* Rusya'da konsept, outlet ve bayi olmak üzere 205 mağazası var.
* Rusya'daki personel sayısı 1070.
* Colin's markası giyim markaları bilinirliğinde Rusya'da birinci.
* Reklam bilinirliğinde yüzde 24'le yine birinci sırada
Referans
ŞAHİN EROĞLU KİMDİR?
Niğde Aksaray'da 1964 yılında doğdu. İlk, orta ve liseyi Aksaray'da okudu. 1979 yılında İstanbul'a gelen Eroğlu, pazarlama eğitimi alarak kardeşleri Nurettin, Ümmet, Yavuz, Sıtkı Eroğlu ile birlikte aile şirketinde çalışmaya başladı. Grubun moda ve tasarım faaliyetlerinden sorumlu olan Eroğlu evli ve üç çocuk babası.Referans
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)